Gençlik Niye mi böyle?

Halil ŞEKERCİ -Bandırma Müftüsü
1217 Görüntüleme
30 Temmuz 2019 22:18
Son Güncelleme: 30 Temmuz 2019 22:18

Hep dert yanarız; Gençlik elden gitti, gidiyor. Gerçekten de gençliğin çoğu ecdadından, kültüründen, kendi değerlerinden, tarihinden habersiz. Bir kanalda tarih sorusu olarak; Çağ açan, çağ kapatan olay hangisidir diye sorulan soruya Napolyon ve Fransa cevap veriyor adam, Fatih diyemiyor, İstanbul’un fethi diyemiyor, daha neler. Çünkü aldığı eğitim ona Fatihten çok Napolyon’u, Fransa’yı. vb. öğretmiş. Sahi gençlik neden böyle, nasıl bu hale geldi? Ateist olan, deist olanların sayısı artıyor, vs.. Ve herkes birilerini suçlar. Fakat hiç kimse kendini suçlamaz, ben veya biz neden böyle olduk demez.

Hz. Peygamber (s.a.v): ’Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin nefret ettirmeyin’ buyurduğu halde, biz dini zorlaştırdık, yaşanabilir olmaktan çıkardık, insanları özellikle gençleri dinden soğuttuk. Ayakta su içmenin zararından bahsedip dururken, insan haklarını, merhameti yeterince anlatmadık. Domuz etinin haramlığından bahsettik, kadına eziyet etmenin çirkinliğini anlatmadık. Okumadan, çalışmadan, temizlikten, sevgi, nezaket ve dürüstlükten yeterince bahsetmedik. Veya anlattık fakat anlattığımız şeyleri kendimiz yaşamadık ve örnek olamadık.

Öte yandan kendini aydın zanneden insanlarımız ne kadar aydın! Batıyı körü körüne taklitten başka ne hünerleri var. İnsan kendi kültürüne, değerlerine yabancılaşarak ne ilerici olur, nede aydın. Bunların inananları gericilikle suçlamaktan gayrı hangi marifetleri, ülkenin kalkınmasına, milletin refahına ne katkıları olmuştur? Bunlar gençliğe ne vermişler. Vatan sevgisi mi? Millet sevgisi mi? Ecdadına saygılı olmayı mı?

Batı insanı, çocuklarını eğitirken, yarın ülken için, milletin için ne yapacaksın, ülkene, vatanına katkın ne olacak diye idealler aşılarken, bizde ise nerdeyse yüz yıla yakın çocuklara ilk öğretilen şeyler:

Uyu uyu yat uyu, koş oyna, ye iç eğlen vb.. olmuştur. Nesilleri bu şekilde eğiterek vatan, millet sevgisinden yoksun nesiller yetiştirmekle uğraştık, durduk.

Diğer yandan dindarlarımızın da aydın geçinenlerden farklı bir yanı yok. Herkes konuşuyor, başkalarını suçluyor, fakat konuştuğu gibi yaşayan, örnek olan yok. Bu dini tebliğ etmekle sorumlu olanlardan tutun da kendini on numara dindar zannedenlere kadar, İslam hayatımızın neresinde? İcraatlarımızın kaçında İslami kuralları referans alıyoruz?

Çok nadir istisna kimseler hariç, biz Müslümanlar ihlâsı, samimiyeti, dürüstlüğü kaybettik. Nefislerimiz nasıl isterse öyle yaşadık ve bu yaşadığımız hayatı İslam zannettik.

Gittiğimiz yolun bizi cennete götüreceğini zannettik, fakat bu yolun ne dünya da huzur, ne de Ahirette mutlu etmeyeceğini fark etmedik veya aldırmadık. Fransa’ya giden uçağa binip, Mekke’ye gittiğini zanneden, hatta bu uçak Mekke’ye değil, Paris’e gider diye ikaz edenlere de aldırmayan kimselere döndük.

Son hızla dünyalık kazanmak için çabalarken, insanlara dünyevileşmenin felaket olduğunu anlattık.

‘Kalbinde zerre kadar kibir olan cennete gidemez’. ’Üç günden fazla küs durmak haramdır’ diye nasihat ettik. Fakat bizim makamımız yükselince ya da servet sahibi olunca herkese tepeden bakmaya, insanları küçük görmeye başladık. Birlikte çalıştığımız arkadaşımızla küs durduk. Küs durmakla da yetinmeyip onun kuyusunu kazmaya çalıştık.

Halbuki ‘Sana yapılmasını istemediğin şeyi kardeşine de yapma’ diyordu; Peygamberimiz (s.a.v). ‘Fitne adam öldürmekten daha kötüdür.’ ‘Emrolunduğun şekilde dosdoğru ol.’ ‘Adaletten, doğruluktan ayrılma, senin veya en yakınlarının aleyhine olsa bile’ diyordu Allah…

Peki, biz bu güzellikleri insanlara anlatıp dururken, neden önce kendimiz bunun gereğini yapmaya çalışmadık. Neden çoğu zaman adil olamadık, dürüst davranamadık. Neden birlikte görev yaptığımız kardeşimizle küs durduk, aleyhine insanları kışkırttık?

‘İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız’ diyordu Hz. Peygamber (s.a.v), tamam birini sevmeye bilirsin belki, ama zarar vermeye çalışmak niye? Dürüst olmak, adil olmak çok mu zor?

Allah adil olmayı, dürüst olmayı, emaneti ehline vermeyi emretmiş. Hazreti Peygamber (s.a.v) buna titizlikle riayet etmiş ve görev verirken yakınlarını değil, ehil ve dürüst olanları tercih etmiştir. Bu gün böyle bir şey söz konusu değil, birine görev verilirken, işin ehli ve dürüst olanlara değil, bizden biri olsun da ne olursa olsun. Hele  yakınlarımızdan biriyse (hemşerimiz, köylümüz, akrabamız vs... ) zaten hiç mesele yok, isterse hiçbir özelliği olmasın. Emeviler bu hukuksuz ve adaletten uzak tutumları yüzünden perişan olup gittiler.

Görüntümüzü Hz. Peygamber (s.a.v)’e benzetiyoruz, güzelde davranışlarımızı icraatlarımızı neden benzetmeye çalışmıyoruz?

Herkes yaptıkları veya yapmadıklarıyla Allahın değil, insanların, bilhassa kendisinden daha üst makamda olan aciz kulların dikkatini çekmeye çalışıyor.

Bu gün öyle bir hale gelmişiz ki; Bu tavrıma Allah ne der, Onun gazabına uğrarmıyım diye kimsenin endişesi yok. Böyle yapar, böyle konuşursam falanca darılır, bana kızar, gözünden düşerim ve beni çizer, derdinde, çabasındayız. Kısaca yapılan işlerde, ihlâs kayboldu, onun yerini riyakârlık, şovmenlik ve yalakalık aldı.

Unutmamak gerekir ki, geçmişten bugüne kadar İslam’la müşerref olanların tümü, Müslümanların şekil ve dış görüntülerine bakarak değil, onların merhametine, dürüstlüğüne, adaletine ve güzel hallerine özenerek Müslüman olmuşlardır.

Peki, şimdi insanlar biz Müslümanların hangi haline özensin, neyimize hayran kalsın da Müslüman olsun.

Özetle; gençlere yönelik milli, manevi bir eğitim vermek, elbette önemli, fakat bu eğitimi verecek olanların iyice eğitilmesi, donanımlı olması, söylediğini önce kendi hayatında yaşaması, örnek olması gerekmektedir.

                     Halil ŞEKERCİ- Esenler Müftüsü

Yorum Yazın