İlk İhtilaftan Günümüze?

Doç. Dr. Mustafa Ünverdi
1570 Görüntüleme
02 Mart 2016 17:25
Son Güncelleme: 02 Mart 2016 17:25

İslamın ilk dönemlerinde yapılan itikadi tartışmalar, kader ve irade, iman-amel ilişkisi ve Allahın sıfatları bağlamındadır. Bunların ilki Hz. Peygamber döneminde sahabe gündemiyken, diğer ikisi risaletin nihayetinden sonra Müslümanlar arasında ortaya çıkan ihtilaflar neticesinde tartışılmıştır.

 

İslam öncesi Arapların kader inancı “Dehr” kavramıyla karşılanmıştır. Bunu “talih” ya da “kahpe felek” tabirleriyle ifade etmek mümkündür. Buna göre her şey, “dehr” tarafından ortaya konulur. Kısmet ya da bahtsızlık bunun eseridir. Dehr, hedefini hiç şaşırmayan oklar atar. Bunun için en uygun ok, talihli oktur.

Bu inanç biçimi, İranî zervan (eski İran zaman Tanrısı) anlayışına yakındır. Arap bedevilerinin dehre inanmış olmaları, onları çölün zor şartlarına karşı daha mütevekkil kılıyordu. Az sonra çıkacak bir çöl fırtınasını, “bu da dehrden gelmiştir” şeklinde kabullenen bedevi, kaderci/fatalist düşünce biçimiyle çöl hayatını daha tolere edilir kılmıştır.

Peki tüm olup bitenleri kör talihe bağlayan insanların davranış ahlakı ne ile temellendirilecektir? Bu sorunun cevabını, cahiliye toplumunun dini-sosyolojik yapısında bulmak mümkündür. İslam öncesi Arapların ahlaki kriteri kabile yasasıdır. Asalet, kabile uğruna her şeyi göze alabilmektir. Cömertlik, kabile için her şeyi harcayabilmektir. Asil kabilenin üyesi, asil davranır, asil yaşar.

Montgomery Watt, İslam öncesi Arap inancında insan fiillerinin ahlakiliğini “Kabilevi Hümanizm” kavramıyla açıklar. Yani asil soydan asil insanlar çıkar.

Bütün bunlara karşın yüce Kuran “dehr” kavramının yerine Allah inancını kaim etmiştir Casiye, 45/24-26. Her musibet Allahın bilgisiyle meydana gelmektedir Hadid, 57/22. Müminler, bunun böyle olduğunu bilir. Böylesi hayat şartlarını Allahın dilemiş olduğuna iman eder ve bunlara sabreder. Bu yolda düşüp yarı yolda kalacak olanlara da destek olurlar. 

Asr-ı saadete baktığımızda, yeni dinin ilk dönemlerinde Müslümanlar, cahiliyeden kalma “dehr” inancını terk etmiş olduktan sonra, İslamın kader inancını merak ettiler. İnsan, fiillerini özgür iradesiyle mi yapmaktadır, yoksa Allahın takdir ettiği kaderi mi yaşamaktadır?

Kuran, varlığın tüm detaylarıyla ilahi plan dahilinde yaratıldığını beyan etti (Furkan 25/2). Kainata hükmeden kör talih/kahpe felek değil, mutlak irade ve kudret sahibi Allahtır. Varlık, her şeyiyle onun iradesine bağlı olarak yaratılmıştır. Burada insanın etkisi ve sorumluluğu yoktur.

İnsanın başına gelen ve gelmesi muhtemel olan her şey Allahın bilgisi dahilinde, onun iradesiyle gerçekleşir. Her türlü hastalıklar, tabiî afetler, zafiyetler… varlık yaratılırken kainat kitabına yazılmıştır (Hadid, 57/22) İnsan bunlara karşı tedbirli olmak ve bunlardan birisi başına geldiğinde sabırlı olmakla mükelleftir. Hiçbir insan hayatın zorluklarını yaşamadan ölüp gidecek değildir (Bakara, 2/214).

İnsan davranışları, yaşadığı toplumun köhnemiş adetlerine göre değil, İslamın evrensel değerlerine göre anlam kazanır. Asalet, kabilesinin/ırkının/etnik aidiyetinin alkışladığı davranışlarda değil, Allahın sevdiği ahlaktadır. Bu ahlak, özgür iradeyle gerçekleştirilen fiillerden oluşur. Özgür irade diyoruz, çünkü zorlamayla yapılan işlerde hayır yoktur. Çünkü zorlama, dinde yoktur (Bakara, 2/256).

Allah, her şeyi ezeli ilmiyle bilir. Günahları işlediği zaman insan, bunu, Allahın bilgisinin zorlamasıyla değil, kendi özgür tercihiyle gerçekleştirir. Bir adam, İbn Ömere gelerek, “Bazı insanlar zina ediyor, içki içiyor, hırsızlık yapıyor… Sonra da bunlar, Allahın bilgisi doğrultusunda oluyor, diyorlar. Ne dersin?” deyince, şöyle cevap veriyor: “Onlar, bu cürümleri Allahın bilgisiyle yapıyorlar ama Allah onları bu kötülüklere zorlamaz. Resulullah şöyle demiştir: Size nispetle Allahın ilmi, yeryüzü ile gökyüzü gibidir. Nasıl ki yeryüzü ile gökyüzü arasında çıkamazsınız, nasıl ki yeryüzü ve gökyüzü sizi günah işlemeye zorlamazsa, Allah da günah işlemeye zorlamaz.”

Müslümanlık, zor zamanda inandığını yaşamayı gerektirir. Zihinlerimiz farklı düşünebilir. Sahabe de farklı düşüncelere sahipti. Ümmet, ihtilaftan rahmet doğuracak samimiyeti ve kalbinde taşır. Ama yüreklerimiz farklı atmamalıdır. Görüşlerimizin değil ama kalplerimizin ayrı düşmesi var ya, işte o zaman, geleceğimizden endişe edebiliriz…

Yorum Yazın