SENDİKA

Başkan Çopursuz,Mescid-İ Aksa Esirken Ben Nasıl Gülerim!

|
Başkan Çopursuz,Mescid-İ Aksa Esirken Ben Nasıl Gülerim!

Diyanet ve Vakıf Çalışanları Sendikası (DİVA-SEN) Genel Başkanı Mustafa Çopursuz, Kudüs ile ilgili  yaptığı yazılı açıklamada;

"KUDÜS SİYONİZMİN İŞGALİ ALTINDAYKEN NASIL GÜLERİM".

Allah Teâlâ tarafından insanlar içerisinde seçilerek Peygamber olarak görevlendirilen birçok Nebi ve Resul efendilerimizin ekseriyetine beşiklik yapan Beytül Makdis (KUDÜS)’in haremliği maalesef Yahudi zulmü altında inim inim inlemektedir. Esasen üç semavi din mensuplarınca ama özellikle Müslümanlar tarafından en kutsal olarak değerlendirilen Kudüs, kutsal hüviyet taşıdığı günden beri hem cazibe merkezi hem de paylaşılamayan mekân olma hüviyetini hep korumuştur. Hz. Muhammed Mustafa (SAV)’nın Mi’rac hadisesinde teşehhüt miktarı da olsa ev sahipliği yapan Kudüs, bu yönü itibariyle de husussan Müslümanların gönlünde taht kurmuş, özlemlerini ve hayallerini süslemiştir.

“Kudüs Haçlı işgali altındayken nasıl gülerim” diyen Selahaddin-i Eyyubi hassasiyeti dikkate alındığında,  isabetli yol haritası çizilebileceği kanaatindeyiz. Zira Kudüs meselesi sadece bir grubun veya bazılarının kanayan yarası değildir. Bu yara, inancında samimi olan ve kutsalını önemseyenlerin yarasıdır. Bu yara, tarihine sahip çıkanların yarasıdır. Bu yara, yarın din gününde emaneti bırakanların karşısında mahcup olmak istemeyenlerin yarasıdır.

Esasen tarafsız tarihçilerin de belirttiklerine göre, kandırılmış ve oyuna gelmiş olan bazı bedhahların dünya zevki karşılığında ihanetlerine kurban verdikleri kutsalımızdır Kudüs. Diğer taraftan, atalarımızın canları pahasına başkalarına yar etmemek için hizmetkârlığını yaptıkları Beytül Maktis ve sair ulvi mekânlara sahip çıkmak birinci derecede asli vazifemiz olması gerekirken, sürekli mazeretler uydurmak suretiyle ayakta uyutulduğumuzu kabullenmekte büyük erdemlilik olacaktır. Çünkü geçmişi en az elli yıla dayanan İsrail rüyası yeni ortaya çıkmış değildir. İlahi nizamda açıkça belirtildiği halde, en azılı düşmanlarımız dost olarak kabul edilmiştir. İsrail ile ABD’nin dünya barışını engelleyen ülkeler olduğu bilindiği halde karşılarında sağlam bloklar oluşturulamamış ve maalesef her konuda bu iki ülkeye bağımlı hale gelinilmiştir. İşin en hazin yanı ise; mezkûr ülkelerin oyuncakları olan ülkelerin tamamı, İslam ülkeleri olmuştur. Filhakika nerede ağlayan, ölen ve öldürülen, evleri talan edilip yakılan yıkılan ve ana yurtlarında çıkarılıp sürgün hayatı yaşatılan insanlar varsa tamamı İslam Dinine mensup olanlardır. Ülkelerin isimlerini yazmaya gerek görmüyoruz. Ancak gerçekler tüm çıplaklığıyla gözler önündedir.

 Kudüs,  Müslümanların kanayan yarası olmaktan neden bir türlü kurtarılamadı?

Sorunun cevabı yukarıda az da olsa yapılan açıklamada kolayca anlaşılabilir. İslam ülkelerinin yöneticileri, idarecileri ve zenginleri benliklerinden uzaklaştıklarından dolayıdır. Aklıma bir merhum müftü efendinin sözleri geliyor. “Milliyetini kaybeden dinini de kaybeder” Bu saptamadan da hareketle, Kudüs’ü başkent ilan etmeye hazırlanan İsrail’i ve bu kararı destekleyen ABD başkanı Trump’u elbette en üst perdeden suçlamaya devam edeceğiz.

Bizler bir taraftan suçlamalara devam ederken öbür taraftan da alınacak tedbirler üzerinde yoğunlaşmalıyız.

Bugün yapılması gereken tarihten alacağımız ders ve ibretle istikametimizi belirlemektir. Bilindiği gibi Müslümanlar, sekiz asırdır Batı'yı aydınlatan Endülüs İslam Medeniyetini, Doğuyu aydınlatan Maveraünnehir İslam Medeniyetini kaybettiler. Kirli zehirlerini akıtmaya devam eden emperyalist güçler, Şam-ı Şerif, Bağdat ve Yemen'deki İslam medeniyetlerini ortadan kaldırma adına bu bölgeleri kan gölüne çevirdiler.

Şimdi sırada Kudüs’ü tamamen Müslümanlardan arındırmak var.

O halde meselenin çözümü nasıl olacak?

Kanaatimizce;

1- Tüm İslam ülkeleri en yüksek perdeden seslerini çıkaracaktır. Bunun için çoluk-çocuk, yaşlı-genç, erkek-kadın ayrımı yapmadan herkes meydanlara inmeli.

2- Mezkûr ülkelere olan bağımlılıklar ortadan kaldırılmalıdır.

3- İslam ülkeler birliği işlevsel hale getirilmeli, bilumum ihtiyaç malzemeleri kendi imalatımız olmalıdır.

4- Adamı veya dayısı olmadığından kendi ülkesinde çalışma imkânı bulamadıkları için gayri Müslim ülkelere gitmek zorunda kalan beyinlerin kendi ülkelerine gelmeleri sağlanmalıdır.

5- Tüm İslam ülkelerinin tarihi geçmişinde devlet yönetimi tecrübeleri vardır. Bu manadan hareketle ülke yönetimi hususlarında geçmişimize ve inancımıza uygun sistemler devreye konulmalıdır.

6- Dünya görüşleri, siyasi ayrılıklar, mezhep, meşrep, ırk ve dil kesinlikle ayrıştırıcı olmaktan çıkarılmalı; Din kardeşliği inşa edilmelidir.

7- Yolgeçen hanı haline gelen İslam ülkelerine giriş-çıkış yapan ecnebilerin rahat hareket etmelerine müsaade edilmemelidir.

8- Siyasi ihtirasları uğruna kendi ülkelerini diğer ülkelere şikâyet edenlere fırsat verilmemeli, bu harekette bulunanlara gerekenler ne ise yapılmalıdır.

9- Okullarda verilen eğitimler yeniden gözden geçirilmeli, dini-milli birlik ve beraberlik iyice aşılanmalıdır.

Sonuç itibariyle bugün dünya Müslümanlarının her zamankinden daha çok tevhit ve Vahdet'e ihtiyacı var.

Unutulmamalıdır ki yeryüzündeki bütün muhtaçlara, bütün mazlumlara, bütün insanlığa huzur ve saadet getirecek yegane nizam İslam’da dır. İslam’ın Tevhit ve Vahdet anlayışındadır" dedi

 

 

Yorum Yazın

Yorum yazarak topluluk kurallarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.