Abdülkadir Özkan’ın genel yayın yönetmenliğini yaptığı “Yörünge” dergisine bir söyleşi veren Diyanet İşleri Eski Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Diyanet İşleri Başkanlığı ve vizyonunun yanı sıra 21. yüzyılda din ve din istismarı konularında önemli açıklamalarda bulundu.
Prof. Dr. Görmez ile yapılan söyleşiden öne çıkan cümleler şöyle:
“SON İKİ YÜZYILDA İNSANLIK, YAŞADIĞI TÜM ACILARIN FATURASINI DİNE ÇIKARDI”
21. yüzyılda din algısı ve dini hareketler hakkında değerlendirme yapabilmek için 20. yüzyılın hatta 19. yüzyılın dine dair yaşadıklarını doğru okumak gerekir. Zira son iki yüzyılı insanlık büyük oranda dini sorgulayarak geçirdi. Yaşadığı tüm acıların faturasını dine çıkardı. Dünyanın batı yakası kiliseden gördüğü tüm kötülükleri hiçbir ayırım yapmadan dine mal etti.
Doğu-Müslüman yakası ise bütün gecikmişliklerin, geri kalmışlıkların, tembelliklerin suçunu dine yüklemeye kalkıştı. İlahi, aşkın olan her şey pozitivizm, materyalizm uğruna feda edildi. Bilim, felsefe, teknoloji alanında gördüğü ışıklar insanların gözünü kamaştırdı. Ama yine de varlığı, kainatı, insanı, hayatı mebde ve meadı anlamlandıramadı insan. Anlamdan uzaklaştı. İki dünya savaşını, işgalleri, sömürgeleri, zulümleri önleyemedi. Güce dönüşen bilgi insanın aleyhine işledi. 20. yüzyıl din ile ilgili bütün olumsuzluklarını 21. yüzyıla devretti. Modernizmin bütün meydan okumalarına postmodern bir laubaililik katarak devretti. Din konusundaki çarpıtılmış bilgileri, algıları, cehaletleri olduğu gibi devretti. Dahası dinden kurtulma çabalarını, dinin, tarihin, medeniyetin sonunu ilan ederek devretti. Hiçbir öngörü tutmadı. Din bütün gücüyle tarihe, hayata geri döndü. Ancak bu sefer tabii haliyle hakikate dönüşüne izin verilmedi. Küresel köy kendisine uygun bir din icat etmek için çaba gösterdi. Dinin anlaşılmasında, yaşanmasında, temsilinde yeni algılama biçimleri ortaya çıktı. Bazıları dini kendi hakikatinden koparacak yollara saparken, bazıları da zamanın, hayatın dışına taşıma teşebbüsünde bulundu. Bazı talepler terörize edildi ve din şiddetin, katliamın öldürmenin aracı haline getirilerek itibarsızlaştırılması hedeflendi. Dinin makasıd ve hikmet boyutu henüz ön plana çıkmadı. Zira makasıd dinin ruhu, hikmet imanın aklıdır. Bu ruh, bu akıl, dinin rahmeti ile buluştuğunda bütün yüzyılların kalbi mutmain olacaktır. Zira kalpler ancak Allah’ı zikirle mutmain olur.”
“GELENEĞİ OLMAYANIN GELECEĞİ DE OLMAZ”
20. yüzyılın dine dair biriktirdiği öfkesi, 21. yüzyılın acziyeti din diline de yansıdı. Biz Müslümanlara da bulaştı. Din konusunda bilgi ne kadar kıt ve yetersiz olursa dil o kadar sert ve kaba olur. Hikmeti kaybeden hâkim sadece ahkâm keser. Asıl sorun 21. yüzyılın idrakine İslam’ın rahmetini nasıl anlatacağız? Dini, kendisine büyük mesefe koyan çağla nasıl buluşturacağız, din ile hayat arasında doğru ilişkiyi nasıl kuracağız? Bu konularda aciz kalanlar çok kötü bir dil ile birbirlerini yaraladılar, çok acizler silaha sarıldı, en aciz kimseler katletmeye vardırdı. Hakikat tekelciliği yapan ruhani diktatörler zuhur etti. Elbette dinin peygamber, sahabe ve tarih boyunca medeniyetler kuran müntesiplerinin inşa ettiği sahih gelenek önemlidir. Geleneği olmayanın geleceği de olmaz. Ancak dini tarihin, hayatın dışına taşıyan gelenekçilik bizzat gelenek tarafından da zemmedilmiştir. ‘Her yenilik bidat, her bidat dalalet, her dalalet ateştedir’ ifadesi basmakalıp tekrarlanan bir klişedir. Aynı şekilde modernliği hakikatin kaynağı olarak gören bir modernizm, dinin tarihini, kültürünü yaşanmışlığını yük sayan bir modernizm de kabul edilemez. Tekfir hastalığı modern bir ötekileştirmedir. İslam’ın sahih geleneği her türlü tekfiri reddetmiştir. Ebu Hanife, el-Fıkhu’l-Ekber’de der ki: ‘Her kim tenzile iman ederse, tevil ile tekfir edilemez.’ Ehl-i Sünnet bir mezhep değildir. Ehl-i Sünnet Hz. Peygamber ve ashabının bize bıraktığı doğru, orta, mutedil yol demektir. Anayolun adıdır. Neo-selefi bir söylemle Ehl-i sünnet hamisi kesilenler bilerek veya bilmeyerek Ehl-i sünneti ve bilhassa onun rey ve dirayet mektebini selefileştirme tavrı içindedirler. Bu marjinal söylemler, irfan mektebine dahi farklı yollarla sızma çabası içindedir. Hiç kimse dinin hamisi değildir. Dinin hamisi, Allah’tır. İslam dünyasında büyük zulümler, büyük katliamlar, büyük fitneler yaşanırken yaptığımız hiçbir dini tartışmanın hakikat terazisinde hiçbir değeri yoktur. Biz en şaz, en aykırı görüşleri ademe mahkum etmeyen, en kıymetli kitaplarımızda o görüşleri zikrederek süreklilik kazandırmış bir medeniyetin çocuklarıyız. Hakikate ulaşmak için en dokunulmaz kürsünün ilim ve akademi kürsüsü olması gerektiğine inananlardanım. Ancak İslam coğrafyasının içinden geçtiği acıları, trajedileri dikkate almalıyız. İslam ümmetinin hakikat ve adaletten uzaklaşma temayülleri yaşarken Kur’an mahluk mudur değil midir diye tartışan seleflerimizin durumunu hatırlamalıyız. Yahut haçlılar Kudüs’ü işgal edip, Şam’a yaklaştıklarında; Bağdat Moğollar tarafından işgal edilirken Allah’ın esma ve sıfatları üzerinden birbirlerini tekfir eden alimlerimizin konumuna düşmemeliyiz.”

Yorum Yazın