MÜFTÜLÜKLERE RESMÎ NİKÂH KIYMA YETKİSİNİN VERİLMESİ VE İSLAM HUKUKU AÇISINDAN UYGULAMADA KARŞILAŞILABİLECEK MUHTEMEL PROBLEMLER*
İSLAM HUKUKU ARAŞTIRMALARI DERGİSİNDE ÇIKAN MAKALESİ......PDF OLARAK İNDİR
Özet: İslam dini açısından da dünyevi ve uhrevi boyutları olan nikâh akdi, neslin devamını meşru olarak sağlayan ve toplum nazarında ehemmiyet arz eden bir sözleşme olduğundan zorunlu olma¬makla birlikte genel olarak dini ve hukuki hükümleri bilen kişiler tarafından kıyılmıştır. İslam tari¬hinde, dört halife döneminden itibaren nikâh kayıt altına alınmıştır. Osmanlıda da nikâh ilk dönem¬lerden itibaren devletin denetimine tabi tutulup kadılar tarafından veya onların bilgisi dâhilinde yazılı belgeye bağlanmıştır. Tarihi süreç içerisinde bu uygulama yaygınlaştırılarak sürdürülmüş ve 1917 tarihli Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesi ile nikâhların tescil edilmesi esası getirilmiştir. Ancak 1926 yılında İsviçre Medeni Kanununun iktibası ile evlilik için belediye kaydı esas alınmış ve imam nikâhının resmi hüviyeti sona ermiştir. Bu kanundan sonra ülkemizde resmi nikâh ile birlikte Müs-lümanlar bir de imam nikâhı yaptırmaktaydı. Bu da bir ikileme sebep olmaktaydı. Çıkarılan kanun ile müftülüklere de resmi nikâh kıyma yetkisi verilerek bu ikilem ortadan kaldırılmıştır. Müftülüklere verilen bu yetki yerinde ve doğru bir karardır.
Ancak müftülükler resmi nikâhı mevcut medeni kanununa göre kıyacaktır. Nikâh akdi açısından mevcut medeni kanununda İslam hukuku ile çelişen hükümler söz konusu olabilmektedir. Bu bağlamda müftülüklerin kıydığı nikâhın dini yönden eksik olması düşünülemez fakat müftülük görevlisi nikâhı mevcut resmi nikâhın şartlarına göre kıyacağından İslam hukuku açısından uygun olmayan durumlarla karşılaşılması söz konusudur. Bu makalemizde, müftülere verilen resmi nikâh kıyma yetkisini tanıyan düzenlemenin İslam hukuku açısından pratikteki bazı sorunlarını ve çözümlerini ele alacağız.
GİRİŞ
İnsanın beşeri hayatını sürdürebilmesi için yemek, içmek, uyumak, gibi temel insani ihtiyaçları vardır ki cinsellik de bunlardandır. Fıtri olan cinsel ihtiyaç aynı zaman da insan neslinin devamını sağlamaktadır. Bir fıtrat dini olan İslam, nesli zarûrât-ı hamse (beş temel esas)’ den biri olarak dokunulmaz haklardan kabul etmiş ve naslarla da koruma altına almıştır. Kişinin inancı, ırkı, rengi ne olursa olsun onun ırzı İslam nazarında kutsal ve dokunulmazdır.
İslam dini, koruma altına aldığı beş esastan biri olan ırzın muhafazası ve toplumsal ahlak için cinsel ihtiyacın nikâh yolu ile temin edilip aile kurulmasını Kuran ve Sünnet ile emretmektedir.
“Sizden bekâr olan kimseleri, köle ve cariyelerinizden uygun olanları evlendirin.”
“Size helal olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlaym. Bu kadınlar ara¬sında adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir kadın ile veya ellerinizin altında bulunan cariyelerle yetinin. Bu haksızlık yapmamanız için daha elverişlidir.”
“Ey genç topluluğu! Aranızdan evlenmeye gücü yetenler evlensin. Çünkü ev¬lenmek, gözü haramdan korumak ve iffeti muhafaza etmek için en iyi yoldur.. ”
“Nikâh benim sünnetimdir. Kim benim sünnetime uygun davranmazsa ben¬den değildir.” Nasları buna işaret etmektedir.
Bu naslardan da anlaşıldığı gibi aile veya bir başka ifade ile nikâh, hem kişinin huzur bulduğu bir ortam, hem neslin devamı için bir vesile, hem de kişiyi çeşitli kötülük ve günahlardan alıkoyan bir vasıtadır. Bu sebeple nikâh, kadın ve erkek için aslî amaç olmasa da cinsel ihtiyacı meşru yoldan gidermenin aracıdır. Bu yönü ile de dini bir vecibe olan iffeti korumanın kalkanı olmaktadır. Bu önemine binaen nikâh, insanlık tarihinin en eski müesseselerinden biri olup şartları ve so¬nuçları değişse de her toplumda var olmuştur. Nitekim Hz. Peygamber’in; “Nikâh,
benim ve bütün peygamberlerin ortak sünnetidir.” Hadisi buna işaret etmektedir.
İslam, nesli ve toplumsal ahlakı koruma gayesi ile nikâhı emrettiği gibi aynı şekilde neslin ve toplum ahlakının bozulmasına sebep olan zina ve zinaya gö¬türen yolları da; “zinaya yaklaşmayın, gerçekten o, çirkin bir hayâsızlık’ ve kötü bir yoldur.” , “...Mümin erkekler ve kadınlar gözlerini haramdan sakınsınlar...” naslarıyla yasaklayıp haram kılmıştır.
İslam hukuku açısından nikâh akdi, neslin devamını meşru olarak sağlayan ve toplum nazarında ehemmiyet arz eden bir akid olduğundan diğer akidlerden farklı olarak bir takım şartlar ve rükünler taşımaktadır. Bu önemine binaen de nikâh, ilk dönemden itibaren zorunlu olmamakla birlikte genel olarak dini ve hu¬kuki hükümleri bilen kişiler tarafından kıyılmış ve devlet tarafından tescil/ kayıt altına alınmıştır.
Konumuza temel teşkil etmesi için genel olarak İslam hukuku açısından nikâh akdini ve nikâhın tescil altma alınmasını ele alalım.
I. İSLAM HUKUKU AÇISINDAN NİKÂH AKDİ
A. Nikâh Akdinin Tanımı
Nikâh; sözlükte “birleştirme, bir araya getirme; evlenme, evlilik; cinsel ilişki” gibi anlamlara gelmektedir.
Istılahta ise, “şer an aranan şartlar çerçevesinde aralarında evlenme engeli bu¬lunmayan bir erkekle bir kadının hayatlarını geçici olmaksızın birleştirmelerini sağlayan akiddir.”
B. Nikâh Akdinin Unsur/Rükün ve Şartları
Nikâh akdinin kurulması ve geçerli sayılabilmesi için akdin birtakım unsur/ rükün ve şartları taşıması gerekir. Bu unsur ve şartlardan birinin eksik olması
nikâhın hiç olmamasına ya da eksik kalmasına yol açmaktadır. Onun için kıyılan nikâhın unsur/rükün ve şart anlamında tam olması gerekir.
1. Nikâh Akdinin Unsurları/Rükünleri
Nikâhın unsurları veya rükünleri, evlenme akdini yapan tarafların varlığı ve nikâh ile ilgili irade beyanlarıdır.
a. Taraflar
Nikâh akdinin geçerli olabilmesi için akdin iki tarafının olması gerekir. Bu iki taraf da nikâhlanacak olan kadın ve erkektir. Ancak nikâhlanacak taraflar evlen¬me ehliyetine haiz değillerse belli şartlarla velileri onları evlendirebilir.
Hanefi hukukçulara göre, nikâhın rüknü/unsuru sadece icap ve kabuldür. Hanefiler, icap ve kabul tarafları da kapsadığı için ayrıca nikâhın rükünleri/ unsurları arasında tarafları saymazlar. Malikilere göre, veli, evlenecek taraflar ve sîga yani icap ve kabuldür. Şafiilere göre, sîga, taraflar, veli ve iki şahittir. Hanbelîlere göre ise, taraflar ve sîgadır.
b. İrade Beyanı
Evlenecek kişilerin isteklerini ortaya koymasını ifade eder. İcap ve kabulden meydana gelmektedir.
îcap: Taraflardan birinin akdi yapma teklifidir.
Kabul: Yapılan teklifi kabul etmektir.
Nikâhta geçerli bir irade beyanın olabilmesi için icap ve kabulün birbirine uygun olması ve tarafların bunu işitip ne anlama geldiğini bilmesi gerekir. Ayrıca irade beyanının sözle yapılması esas olmakla birlikte bazen diğer vasıtalarla da iradeyi beyan etmek kabul edilmektedir. Söz yerine mektupla ya da işaretle de ira¬deyi ortaya koymak gibi. Bunun yanında tarafların irade beyanlarının geçerliliği için bir aracı irade beyanına ihtiyaç yoktur.
2. Nikâh Akdinin Şartları
Hanefi hukukçulara göre, nikâh akdinin in ikâd, sıhhat, nefâz ve lüzum olmak üzere birbirinden farklı dört grup şartı vardır.
Hanefi fıkıhçılarının bu şartları dört grup içerisinde ele almalarının sebebi, bu şartların eksik olması halinde farklı hukuki sonuçların ortaya çıkmasındandır. Zira Hanefilere göre, in ikâd şartları eksik olan akid batıl, sıhhat şartları eksik olan akid fasit, nefâz şartları gerçekleşmeyen akid mevkûf, lüzum şartları gerçekleşme¬yen akid ise gayrı lazım akittir.
Cumhur, nikâhın şartları ile ilgili böyle bir ayırım yapmaz. Cumhura göre, nikâh akdi için gerekli şartlar varsa akit sahihtir. Bu şartlardan biri eksik olursa nikâh batıldır.
a. İriikâd (Kuruluş) Şartları
Nikâh akdinin ortaya çıkması için bir takım şartlar vardır bunlara da in ikâd şart¬ları denir. Bu şartlar olmadan kıyılan nikâh akdi geçersiz ve hükümsüzdür. în’ikâd şartları olmadan kıyılan nikâh ittifak ile batıldır ve hukuki sonuçlar doğurmaz.
aa. Ehliyet
Nikâh akdini yapacak tarafların akıl ve temyiz sahibi olması gerekir. Yani nikâh akdini yapacak kişilerin evlenme ehliyetine sahip olması gerekir. Bu bağ¬lamda akıl hastası ve mümeyyiz olmayan çocuk evlenme ehliyetleri bulunmadığı için yaptıkları nikâh akdi batıldır. Ancak bu ehliyete sahip olamayan kişileri ebe¬veynleri evlendirirse bu akit geçerlidir. İbn Şübrüme gibi bazı hukukçular ise, baliğ olmamış kişileri velileri dahi hiç kimse evlendiremez kanaatindedir.
1917 tarihinde kabul edilen Osmanlı Hukûk-ı Âile Kararnamesi bu görüşü kabul etmiş ve velilerin ancak buluğun alt sınırına gelmiş kimseleri belirli şartlarla nikahlayabileceği hükmünü getirmiştir.
Mâliki, Şâfiî ve Hanbelî fukahâya göre baliğ olmuş kızları ancak velileri evlen- direbilir. Hanefi fukâha ise, baliğ olmuş kızlar velisinin izni olmadan da kendi başlarına evlenebileceği kanaatindedir. Osmanlı Hukûk-ı Âile Kararnamesinde evlenme ehliyeti için erkeklerin 18, kızların 17 yaşını bitirme şartı getirilmiştir.
ab. Meclis Birliği
Tarafların irade beyanlarını aynı toplantıda ortaya koymasına “meclis birliğf’denmektedir. Evlilik birliğini sağlayan icap ve kabulün aynı toplantıda, araya taraflardan birinin bu akidden vazgeçtiğini gösteren bir davranışa girmeden yapılması gerekir. Buna göre, icabın yapıldığı zamanda karşı tarafın kendisine ya¬pılan teklifi kabul ettiğini beyan etmesi gerekir.
ac. Evlenme Engellerinin Olmaması
Akdin geçerli olabilmesi için nikâhlanacak taraflar arasında evliliğe mâni bir engelin bulunmaması gerekir. Buna göre İslam hukuku açısından evliliğin geçerli olabilmesi için eşlerin evliliğe mahal olması yani nikâhlanacak kişiler arasında geçici ya da sürekli bir evlenme engelinin bulunmaması gerekir.
Geçici evlenme engelleri; Din farkı, üç kere boşanma, kadının bir başkası ile evli olması, erkeğin dört eşinin olması, boşanma ya da kocanın ölümü halinde
kadının iddet beklemesi, iki hısımın bir nikâh altında bulunması.
Geçici evlenme yasağı belli bir zamana ya da duruma bağlı bulanan ve zaman¬la ortadan kalkabilen yasaktır. Bu engeller olduğu sürece taraflar evlenemezler. Geçici olan bu engeller ortadan kalktığı zaman ise evlenebilirler.
Sürekli evlenme engelleri; Kan, süt akrabalığı ya da evlilikten doğan akraba¬lık sebebiyle yakınlar arasındaki devamlı var olan evlenme yasağı.
Aralarında geçici veya sürekli evlenme yasağı bulunan kişilerin evliliği hü¬küm doğurmaz, batıldır. Evlenme engeli sürekli olan kişilerin evliliği, her zaman için hükümsüzdür. Fakat geçici evlenme engeli olan kişilerin evliliği, bu engel ol¬duğu sürece batıldır. Ancak engel ortadan kalktığı zaman diğer şartlar da uygunsa yapılan evlilik sahih, yani geçerlidiı*.
a. Evliliğin Şartsız Olması
Evliliğin şartsız olmasından maksat nikâh akdinde geciktirici veya bozucu bir şartın bulunmamasıdır. Buna göre evlenecek taraflar, akit esnasında bazı şartlar ileri sürebilirler. Ancak geciktirici veya bozucu şartlar öne süremezler. Örneğin: “Anne babamın razı olması şartı ile seninle evleniyorum” şeklinde nikâh esnasın¬da geciktirici bir şart öne sürmek, veya “babam razı olmasa nikâhı bozmak şartı ile kabul ediyorum” gibi bir bozucu şartın evlilik akdine dahil edilmesi uygun ve geçerli değildir. Bu şartlarla yapılan nikâh geçersizdir. Ancak bazı kayıtlandırın şartlar öne sürülebilir. Evlenecek bayanın kocası olacak kişiye, “Annemin yaşadığı şehirde yaşamak şartı ile seninle evliliği kabul ediyorum.” demesi buna bir örnektir.
b-Geçerlilik Şartları
İslam hukuku açısından nikâh akdinin sahih olması için bazı şartlar aranır ki bu şartlara “nikâh akdinin geçerlilik şartları” denir. Nikâhın geçerlilik şartları ise şunlardır:
ba. Şahitler
Nikâh akdinin sahih ve geçerli olması için icap ve kabulün şahitler huzurunda yapılması gerekir. Nikâh akdinde şahitlerin gerekliliği Hz. Peygamberin; “iki şahit olmadan nikah caiz olmaz” hadisine dayanmaktadır.
Hanefi, Şafiî ve Hanbelî fukahaya göre şahitlerin nikâh esnasında hazır olması gerekir. Malikilere göre ise, şahitlerin illaki nikâh anında hazır olması ge¬rekmez. Nikâhın gizli kalmaması için etrafa duyurulması şekliyle de olur.
Maliki , Şafiî ve Hanbelî fukahaya göre iki şahidin de erkek olması şarttır. Hanefilere göre ise, bir erkek ile beraber iki kadın da şahit kabul edilir.
bb. Evlenme Engelinin Bulunmaması
Burada söz konusu olan evlenme engeli, haramlığı hususunda şüphe bulunan veya fukâha arasında ihtilaf olan engeldir. Bâin talâk iddeti bekleyen kadınla ev¬lenmenin yasak olması buna örnektir.
c. Nefâz (Yürürlük) Şartları
İnikat ve sıhhat şartlarını taşıdığı için hukuken varlık kazanan nikâh akdi, bazen birtakım eksikliklerden dolayı yürürlüğe girmeyebilir. Nikâh akdinin yü¬rürlüğe girmesi için lazım olan bu şartlara nefâz şartları denir.
Nefâz şartlarını taşıyan nikâha nafiz, taşımayana ise mevkuf nikâh denir. Eh¬liyeti eksik olan kişilerin velisinin izni olmadan yaptığı nikâh mevkuftur. Veli izin verene kadar bu nikâh hukuki sonuç doğurmaz. Çünkü nefâz şartlarını taşıma-yan nikâh henüz tamamlanmamıştır. Bu şartlar, Hanefi mezhebine göredir.
d. Lüzum (Bağlayıcılık) Şartları
Nikâhın bağlayıcı olması için gerekli olan şartlardır. Bu şartlar bulunmadığın¬da ilgili taraf nikâh akdini feshedilebilir. Aslında nikâh akdi bağlayıcı/lazım bir akiddir. Nikâh akdinin bağlayıcı olması demek evliliği yapan tarafların, veli ya da vekil gibi temsilcilerden hiç kimsenin akdi tek taraflı olarak bozma yetkisine sahip olmaması demektir. Dahası nikâh akdinin her iki tarafı da evliliğin hükümleriyle sorumlu kılmasıdır. Ancak bazı durumlarda taraflardan birine ya da velilere evli¬liği feshettirme hakki tanınmıştır.
II. NİKÂHIN KAYIT ALTINA ALINMASI
îslâm hukukunda nikâh akdinin geçerli olması için diğer akidlerden farklı olarak şahitler huzurunda yapılması gerekir. Ancak bu nikâh akdinin bir din ada¬mı, hukukçu veya resmi memur gibi başka bir kimsenin huzurunda kıyılması gibi bir şekil zorunluluğu yoktur. Fakat önemine binaen nikâh ilk dönemden itibaren imam, müftü, kadı gibi toplumun itibar ettiği din âlimleri tarafından kıyılmıştır.
Aynı şekilde evliliklerin bir disiplin altına alınması, tarafların, varsa veli ve vekillerinin evlenme veya evlendirme ehliyetine sahip olup olmadıklarının bilin¬mesi, resmî bir memur tarafından yapılan evliliklerin ispat kolaylığı taşıması, do-ğacak çocukların nesebinin daha kolay tespit edilebilmesi, varsa evlenme engelle¬rinin bilinmesi gibi amaçlarla dört halife döneminden itibaren nikâh kayıt altına alınmıştır. Nitekim Hz. Alinin, işlerinin yoğunluğu nedeniyle azadlı kölesi ve hacibi (özel kalem müdürü) olan Kamber’i nikâh kıyma işiyle görevlendirdiği, hatta “Kambersiz düğün olmaz!” sözünün buradan kaldığı rivayet olunur.
Sonraki İslam devletlerinde nikâh ya kadı tarafından ya da kadının yetki ver¬diği kimseler tarafından kıyılmıştır. Nitekim Selçuklu Devleti zamanmda verilen kadı beratlarında bunu görebilmekteyiz. Bir başka İslam devleti olan Memlük- ler zamanmda ise, kadıların nezareti altında akkadul-enkiha denen nikâh kıyma memurları bulunmaktaydı. İbn Battûta (0.703-770/1304-1369), 1326 yılında ziyaret ettiği Dımaşk’ta (Şam) görevi nikâh kıymak ve tescil etmek olan kadılar tarafından tayin edilmiş çeşitli mezheplere mensup resmî memurların büroların¬dan bahsetmektedir.
Mahkeme sicillerinden Osmanlıda da kadıların nikâh kıydığı ve bunun için hüccet-i nikâh adı verilen bir belge tanzim ettiği anlaşılmaktadır. Yıldırım Baye- zid devrinde mahkeme harçları arasında resm-i nikah (nikah harcı) da bulunmak-taydı ve 12 akçeydi. Ancak Osmanlıda bütün nikâhlar mahkemelerde kıyılmış değildir. Fakat mahkeme dışındaki nikâhlar da rast gele kıyılmamış, bunun için önce mahkemeden bir izin kâğıdı (izinnâme) alınmaktaydı. Evlenecek kişiler, evlenmelerinde bir engelin bulunmadığına dair mahallenin ihtiyar heyetinden aldıkları ilmühaber ile kadıya müracaat ederler, kadıdan aldıkları nikâhın kıyıl¬masına dair, mahallenin imamına hitaben yazılan “izinname” denilen izin kâğıdı üzerine imama nikâhlarını kıydırırlardı. Nikâhın dört mezhebe uygun olması için de izinnamede Hanefi mezhebinde nikâhın şartı olmayan veli izni ve mehrin konuşulması şartı aranmıştır. Hatta Kanuni Sultan Süleyman döneminden (1544) itibaren kadılar, veli izni bulunmayan nikâhları kabul etmekten men olunmuştur.
Böylece XVI. asırdan itibaren Osmanlıda nikâhlara kadının iştirakinin resmi bir hal aldığı, nikâhlar kadı huzurunda kıyılmasa bile, tarafların evlenmesine bir mani olup olmadığı hususunda izinname denilen resmi yazıyla kadıdan izin alın-dıktan sonra, mahalle veya köy imamı tarafından kıyılması esası benimsenmiştir. 1881 tarihinden itibaren nikâh, talak, doğum ve ölüm gibi vukuatın nüfus sicil¬lerine bildirilmesi emredilmiş, aksine davrananlara ceza öngörülmüştür. Ancak sicile kaydolunmayan nikâhlar geçersiz sayılmamıştır. Zira nikâh’ın kayıt altına alınması evliliğin ispatını temin eder fakat nikâhın geçerli olma şartı değildir.
Osmanlı’da nikâhın devletin kontrolünde kadılar tarafından veya onla¬rın bilgisi dâhilinde kıyılıp yazılı belgeye bağlanması uygulaması tarihî sü¬reç içerisinde yaygınlaştırılarak sürdürülmüş ve 1917 tarihli Osmanlı Hukük-ı Âile Kararnâmesi’yle nikâhların tescil edilmesi esası getirilmiştir. 1917 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesi nikâhın önceden ilanını ve akid esnasında taraflar¬dan birinin ikametgahı bulunan kazanın hakimi veya bunun izinname-i mahsus ile mezun kıldığı naibinin hazır bulunarak izinname tanzim ve tescil etmesini hükme bağlamıştır.
Hukuk-ı Aile Kararnamesi 1919’da yürürlükten kaldırıldı. 1924’de İzinname verme salahiyeti sulh mahkemelerine tevdi edildi. 1926 yılında İsviçre medeni kanununun iktibasıyla nikâh için belediye kaydı esas alındığı için şer’i hukukun resmi hüviyeti tarihe karışmış oldu.
01 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunu da evlenmeyi şekle bağlı bir akid kabul etmiş ilgili memurun huzurunda yapılmayan nikâhı hukuken geçersiz saymıştır.
Günümüz İslam ülkelerinde nikâh akdinin kayıt altına alınması kanuni bir zorunluluk olarak yürürlüktedir. Bu ülkeler dört gurupta değerlendirilmektedir.
1- Tescili emreden ama cezasından bahsetmeyen ülkeler. Fas gibi.
2- Tescil emrine uymayan eşlerin ihtilafı durumunda davalarının mahkemece kabul edilmeyeceğini hükme bağlayan ülkeler. Mısır ve Kuveyt gibi.
3- Tescil hükmüne aykırı davranan kişilere ceza öngören ülkeler. Ürdün gibi.
4- Tescil edilmemiş nikâhı geçersiz kabul eden ülkeler. Tunus gibi.
Nikâh akdi, dini ve hukuki hükümleri ihtiva ettiği için belediye memurunun yaptığı resmi nikâh ile birlikte ülkemizde Müslümanlar bir de gayr-ı resmî dinî nikâh bir başka isimle imam nikâhı yaptırmaktaydı.
Bu da uzun yıllardır ülkemizde bir ikileme sebep olmaktaydı. Çıkarılan kanun ile müftülüklere de resmi nikâh kıyma yetkisi verilerek bu ikilem ortadan kaldı¬rılmıştır.
Şimdi Müftülüklere verilen resmi nikâh kıyma yetkisini ve bu yetkinin muh¬tevasını irdeleyelim.
III. MÜFTÜLÜKLERE RESMİ NİKÂH KIYMA YETKİSİNİN VERİLMESİ
Resmi Gazete de yayımlanarak yürürlüğe giren 5490 sayılı Nüfus Hizmetle¬ri Kanununun “Evlendirme Yetkisi” başlıklı 22 inci maddesinin, evlendirmeye yetkili memurları belirleyen ikinci fıkrasına “il ve ilçe müftülüklerine evlendirme memurluğu yetkisi ve görevi verebilir” ibaresi eklenmiş ve böylelikle müftülüklerin nikâh işlemi yapmasının önü açılmıştır. İçişleri Bakanlığının 30/11/2017 tarihli ve 132911 sayılı oluru ile de evlendirme memurluğu yetkisi il ve ilçe müftülerine verilmiştir.
Devletin nikâhlanacak kimseleri evlenme ehliyeti ve engelleri açısından kont¬rol altında tutması ve geçerli bir evliliği sağlayacak aleniyeti temin edip evliliğin dinî-hukukî geçerlilik şartlarını bilen bir görevliye nikâhı kıydırması İslâm’ın ru¬huna daha uygundur. Zira resmi görevli bir kişinin kıydığı nikâh akdiyle eşlere sağlanan hukukî garantiler daha temin edici olmaktadır. Dahası bu düzenlemey¬le birlikte ülkemizdeki resmi nikâh ile dini nikâh ayırımı ve ikilemi de ortadan kalkmaktadır. Ayrıca müftülüklere de bu görevi vermek tarafları ikinci bir nikâh yapma zahmetinden de kurtarmaktadır.
Müftülüklere verilen bu yetki yerinde ve doğru bir karardır. Ancak müftü¬lükler resmi nikâhı mevcut medeni kanununa göre kıyacaktır. Belediye memuru, hangi kanun ve şartlara göre nikâhı kıyıyorsa müftülük yetkilileri de aynı kanun ve şartlara göre kıyacaktır. Ancak Medeni hukuk ile İslam hukuku arasında kay¬nak bakımından farklar söz konusudur. Bunun neticesinde de birinin kabul et¬tiği durum diğerinde tam tersi olabilmektedir. Bu bağlamda nikâh sözleşmesi açısından da mevcut medeni kanununda İslam hukuku ile çelişen hükümler söz konusu olabilmektedir. Çünkü her iki hukukta nikâh akdi için aranan şartlar aynı değildir. Daha önce İslam hukuku açısından nikâhın unsur ve şartları, evlenme engelleri gibi hususlara değinmiştik. Nikâh akdi anlamında iki hukuk arasındaki farkı ve nikâha etkisini tespit etme adına belediye memurunun ve de yapılan dü¬zenlemeyle bundan böyle müftülüklerin de kıyacağı medeni hukuktaki evlenme şart ve engellerini zikretmek isteriz.
Mevcut medeni hukukta var olan ve yapılan düzenlemeyle de müftülüklerin nikâh akdinde dikkate alacağı evlenme engelleri şunlardır:
1. Üstsoy ile altsoy arasında; kardeşler arasında; amca, dayı, hala ve teyze ile yeğenleri arasında,
2. Kayın hısımlığı meydana getirmiş olan evlilik sona ermiş olsa bile, eşlerden biri ile diğerinin üstsoyu veya altsoyu arasında,
3. Evlât edinen ile evlâtlığın veya bunlardan biri ile diğerinin altsoyu ve eşi arasında.
4. Başkaları ile evli olanlar arasında,
5. Boşanmış, evliliğin butlanına hükmedilmiş veya kocası ölmüş kadın, bo¬şanma veya evliliğin butlanına dair mahkeme kararı veya kocasmın ölüm tarihin¬den itibaren üç yüz gün geçmedikçe,
6. Gaipliğine karar verilen kişinin mahkemece evliliğin feshine karar verilme¬dikçe,
7. Evlenme Muayenesi Hakkında Nizamnamede öngörülen usul ve esaslar doğrultusunda sağlık raporu bulunmaması halinde, Evlenme yapılamaz.
Ayrıca eşlerden birinin yabancı uyruklu olması halinde kıyılacak nikâh genel¬ge ile müftülüklerin yetki alının dışında bırakılmıştır.
İslam ve Medeni hukuk açısından evlenme engellerine baktığımızda bir ta¬kım farklılar söz konusu olmaktadır. Müftülüklerin kıydığı nikâh İslam hukuku açısından eksik olması düşünülemez ancak bu nikâh mevcut medeni hukukun şartlarına göre kıyılacağından İslam hukuku bakımından bir takım problemler söz konusu olabilmektedir.
Şimdi müftülüklerin medeni hukukun şartlarına göre kıyacağı resmi nikâhın İslam hukuku açısından muhtemel problemlerini ele alalım.
IV- MÜFTÜLÜKLERİN KIYACAĞI RESMİ NİKÂHIN İSLAM HUKUKU
AÇISINDAN MUHTEMEL PROBLEMLERİ
A- Din Farkı Problemi
Evlenecek kişilerin farkı dinlerden olması İslam hukuku açısından bir evlen¬me engelidir. Nitekim din farkı hususunda Kur an-ı Kerim’de şöyle buyurulmak- tadır.
“Allaha eş koşan kadınlarla onlar imana gelinceye kadar evlenmeyin. İnanan bir cariye, hoşunuza gitse de ortak koşan bir kadından daha iyidir. İnanmalarına kadar; ortak koşan erkeklerle mümin kadınları evlendirmeyin. İnanan bir köle, hoşunuza gitmiş olsa da, ortak koşan bir erkekten daha iyidir.”S7
“Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları, imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar on¬lara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar. Onların (kocalarının) sarfet- tiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarfet- tiğinizi isteyin.”
“...Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilen¬lerden iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina et¬memek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir.. ”
Buna göre;
a. Müslüman bir erkeğin dinsiz veya müşrik bir kadınla,
b. Müslüman bir erkeğin ehl-i kitap dediğimiz Yahudi veya Hıristiyan inancı dışında başka bir dine mensup bir kadınla (Yahudi ve Hıristiyan olması halinde de iffetli olmaları ve gizli dost edinmemeleri şartıyla),
c. Müslüman bir kadının, Müslüman dışında hangi dinden olursa olsun gayri Müslim bir erkekle,
d. Müslüman bir kadının dinsiz bir erkekle evliliği dinen haram ve İslam hu¬kukuna göre bâtıldır. Durum bu olunca böyle bir nikâh kıyılamaz. Kıyılsa da ge¬çersizdir.
İslam hukuku açısından nikâha engel olan din farkı Medeni hukuk açısından engel değildir. Yukarıda da geçtiği gibi Medeni hukuka göre; Müslüman kadının ya da erkeğin dini ne olursa olsun başka inanca mensup kişilerle evlenmelerinde bir yasak ya da engel yoktur.
Durum bu olunca, müftü veya nikâhı kıyacak olan müftülük görevlisi, müra¬caat etmeleri halinde ilgili kanun ve yönetmelik gereği Müslüman kadının Müs¬lüman olmayan erkekle, Müslüman erkeğin de dinsiz veya müşrik bir kadınla nikâhını kıymak zorundadır. Müftü veya müftülük görevlisi bu şekildeki nikâhı medeni kanuna göre kıymak zorundadır. Bu nikâhı kıymaması halinde görevini yerine getirmediğinden suç işlemiş olur. Nikâhı kıyması halinde ise İslam hukuku açısından haram ve yasak olan bir iş yapmış olacağından bir ikilem söz konusu olacaktır.
Muhtemelen bu ikileme sebebiyet vermemek, müftülük görevlisini İslam hu¬kuku açısından zor durumda bırakmamak, belki bunların dışında milli güven¬lik gerekçesiyle eşlerden birinin yabancı uyruklu olması halinde kıyılacak nikâh genelge ile müftülüklerin yetki alanının dışında bırakılmıştır. Fakat bu da Müs¬lüman ama uyrukları farklı eşlerin nikâhına mani olacaktır. Dahası bazı durum¬larda geçmişte olduğu gibi belediye ve imam nikâhı ikilemine dönüş olacağından müftülüklere verilen bu yetkinin gayesine de aykırıdır. Ayrıca müftülük görevlisi¬nin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Müslüman kadınla dinsiz veya müşrik erke¬ğin nikâhını kanunen kıymak zorunda olmasına karşın, Türkiye Cumhuriyeti va¬tandaşı Müslüman bayan veya erkeğin uyruğu farklı olan Müslüman bayan veya erkekle nikâhını kıyamamak bu yetkinin amacıyla bağdaşmamaktadır.
Bu bağlamda, müftülüklere verilen resmi nikâh kıyma yetkisinin amaca hiz¬met etmesi için din farkı hususu İslam hukuku da dikkate alınarak gerekli düzen¬lemeler yapılmalıdır.
B- Süt Akrabalığı Problemi
İslam hukuku açısından süt akrabalığı evlenme engellerinden biridir. “Sizi emziren sütanneleriniz, süt kız kardeşleriniz size haram kılındı.” Ayeti buna işa¬ret etmektedir. Hz. Peygamberin, “nesepten haram olanlar, sütten dolayı da haram olurlar.” hadisi de bu haramın kapsamını belirlemektedir. Osmanlı Hukuk-ı Âile Kararnâmesi de, süt akrabalığını nikaha engel durumlardan kabul etmektedir.
Buna göre, İslam hukukunda, süt emen çocuk kendisini emziren kadının öz evladı gibi kabul edilir. Süt emziren kadının (doğurduğu öz) çocuğu kiminle ev- lenebiliyorsa sütünü emmiş çocuk da onunla evlenebilir, kiminle evlenemiyorsa süt çocuğu da evlenemez.
Sütkardeşliği, İslam hukuku açısından nikâha engel bir durumdur. Süt akra¬baları olan kişilerin birbiriyle evlenmesi dinen haram ve hukuken batıldır. Ancak süt emme Türk Medeni Kanununa göre nikâha engel değildir. Müftülüklere ve¬rilen nikâh kıyma yetkisi de Türk Medeni Kanuna göre verilmiştir.
Müftü veya nikâhı kıyacak olan müftülük görevlisi, müracaat etmeleri halinde ilgili kanun ve yönetmelik gereği süt akrabalarının nikâhını kıymak zorundadır.
Ancak müftülükler, resmi nikâhı medeni kanunun şartlarına göre kıyacağından hali ile bu nikâh İslam hukuku açısından uygun olmayacak geçersiz ve batıl ola¬caktır.
Müftülüklerin bu şartlarda kıydığı resmi nikâh, Medeni Kanun açısından ge¬çerli, İslam hukuku açısından geçersizdir. Böyle bir probleme sebebiyet vermemek için dahası müftülük görevlisini kanunen zor, dinen vebal altında bırakmama adı¬na süt akrabalığı hususu İslam hukuku dikkate alınarak tekrar düzenlenmelidir.
C- İddet Halindeki Kadının Evlenme Problemi
Evliliği sona eren kadının yeniden evlenebilmesi için beklemesi gereken bir süre vardır ki buna iddet denilmektedir.
İslâm hukukunda, evliliğin herhangi bir sebeple sona ermesi durumunda ka¬dının yeni bir evlilik yapabilmek için bu süreyi bekleme zorunluluğu vardır. Ka¬dının durumuna ve taşıdığı bazı niteliklerine göre bekleyeceği iddet süreleri şu şekildedir:
1- Nikâhtan sonra sahih halvet ya da cinsel ilişki olmadan boşanan veya ko¬cası ölen kadının iddet beklemesi gerekmez.
2- Kocası ölmüş kadının iddeti dört ay on gündür.
3- Hamile olan kadının iddeti doğumla biter.
4- Hayız gören boşanmış kadının iddeti üç kurdur. İslam hukukçuları kur kelimesini, hayız ve temizlik şeklinde açıklamışlar. Buna göre üç hayız veya üç temizlik şeklinde yorumlamışlar.
5- Yaşınm küçüklüğünden ya da büyüklüğünden hayız görmeyen kadının id¬deti ise üç aydır.
îslam hukukuna göre, nikâh yapılırken kadının iddet halinde olmaması ge¬rekir. Ayrıca iddet halindeki kadına evlilik teklif etmek de doğru değildir. Ancak ölüm iddeti bekleyen kadına üstü kapalı evlilik teklifi yapılabilir.
Medeni Kanuna göre, boşanmış, evliliğin butlanına hükmedilmiş veya kocası ölmüş kadm, boşanma veya evliliğin butlanına dair mahkeme kararı veya koca¬sının ölüm tarihinden itibaren üç yüz gün geçmedikçe evlenemez. Yani kocası ölmüş ya da kocasından boşanmış kadının bir başka koca ile evlenebilmesi için beklemesi gereken süre üç yüz gündür. Ancak kadm hamile ise doğurmakla bu süre biter. Ayrıca kadının önceki evliliğinden gebe olmadığının anlaşılması veya evliliği sona eren eşlerin yeniden birbiriyle evlenmek istemeleri hallerinde mah¬keme bu süreyi kaldırır.
Resmi nikâh kıyacak olan müftülük görevlisi iddet için medeni kanununda¬ki bu süreyi dikkate alacaktır. Ancak bunun îslam hukuku açısından bir takım mahzurları söz konusudur. Zira yukarıda da geçtiği gibi İslam hukuku açısından hamile olmayan kadının ölüm iddeti dört ay on gün, boşanma iddeti ise üç aydır.
Ölüm veya boşanma iddetini bekleyen bir bayanın İslam hukukundaki bu sü¬relerden daha fazla olacak şekilde üç yüz gün bekletilmesi yeni bir yuva kurması¬na engel teşkil etmektedir.
Medeni kanunundaki bu sürelerin bir başka mahzuru ise, kadının hamile olma¬dığını ispat etmesi halinde mahkemenin bu süreyi kaldırmasıdır. Yani kocası ölmüş ya da boşanmış kadın, İslam hukukundaki ölüm ve boşanma iddetini doldurmadan tıbbi anlamda hamile olmadığını ispat etmesi halinde bir başka koca ile evlenebil¬mektedir. Oysa İslam hukukunda iddet bekleyen bir bayana evlilik teklif edilemez, nikâh kıyılamaz. Ayrıca iddet beklemenin gaye ve hikmeti sadece hamilelik değildir, vefat eden kocaya hürmet ve vefa, boşanıp tekrar evlenmeyi zorlaştırarak aile bağını korumak ve su-i istimalleri önlemek de iddetin hikmet ve gayelerindendir. Onun için bir bayanın hamile olup olmadığı günümüzde tıbbi anlamda anlaşılabilmektedir dolayısıyla uzun süre iddet beklemeye gerek yoktur, şeklindeki iddia iddetin diğer gaye ve hikmetlerini göz ardı etmek olacağından uygun değildir.
Buna göre, Medeni Kanunundaki kadının iddet konusu İslam hukukundaki süre ve hikmet olgusu göz önünde bulundurularak düzenlenmelidir.
D- Üç Boşamadan Sonra Aynı Kişi İle Tekrar Evlenme Problemi
İslam dininde ailenin özel bir yeri vardır. Buna binaen İslam, gerek Kuranda gerekse Hz. Peygamberin hadislerinde evlenmeyi, yuva kurmayı özendirmek¬tedir. Ayrıca eşlerin bir ömür beraber yaşamalarını arzulamaktadır. Ancak İslam, belirli şartlarla aile birliğinin sonlandırılmasına da müsaade etmektedir.
İslam hukukuna göre, evlenip yuva kuran çiftlerin üç boşama hakkı vardır. Boşamanın üç ile sınırlandırılması ise, kadının onurunu korumak ve talak hak¬kının kötüye kullanılmasını önlemek içindir. Buna göre, boşanan eşler tekrar evlenebilir. Ancak eski eşlerin tekrar evlenebilmeleri için üç boşamanın meydana gelmemiş olması gerekir. “Dönüşü olan boşama iki defadır.” Ayeti buna işaret etmektedir.
Bu ayetten de anlaşıldığı gibi İslam hukukuna göre, bir veya iki talakla boşa¬nan taraflar tekrar evlenebilirler. Ancak üçüncü boşamadan sonra taraflar ara¬sında ‘beynûnet-i kübra’ yani ‘büyük ayrılık’ meydana gelir ki eşlerin yeni bir nikâhla evlenmeleri yasaktır. Zira bir haramlık söz konusu olmaktadır.
Bu haramlığı aşmak bir takım şartlara bağlıdır. Kuran ve Sünnet bu şartların çerçevesini şöyle çizmektedir.“Eğer erkek kadını (üçüncü defa) boşarsa, ondan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe onu alması kendisine helâl olmaz. Eğer bu kişi de onu boşarsa, (her iki taraf da) Allah’ın sınırlarını muhafaza edecek¬lerine inandıkları takdirde, yeniden evlenmelerinde beis yoktur. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Allah bunları bilmek, öğrenmek isteyenler için açıklar.”
Buna göre; üç talakla boşanmış kadın, iddetini bitirdikten sonra bir başka erkekle şekli, suni ve hile kastı olmaksızın sahih bir nikâh yapacak, bu yeni ev¬lilikte cinsel ilişki olacak, ikinci evlilik ölüm ya da boşanma ile normal bir şe¬kilde bitecek, kadın bu biten ikinci evlilikten dolayı iddet bekleyip bitirecektir. Bu şartlar yerine gelmeden üç talakla boşanan karı koca yeniden evlenemezler, nikâhlansalar da bu evlilik geçersizdir. Bu şartlardan şunu da anlıyoruz ki, üçüncü boşamadan sonra yeni bir evlilik neredeyse olmayacak şekilde zorlaştırılmıştır.
İslam hukuku açısından üç talakla boşanan eşler bu şartlar yerine gelmeden -ki gelmesi de çok zor- yeniden evlenemez. Ancak Medeni Kanunumuz eşlerin boşanmasına ve tekrar birbirleriyle evlenebilmelerine bir sayı sınırlaması getir¬memiştir. Müftülüklere resmi nikâh kıyma yetkisi tanıyan kanunda da eşlerin boşanmaları ve tekrar birbirleriyle evlenmeleri hususunda bir sınırlama ve engel bulunmamaktadır.
Medeni hukukta boşanmanın ve tarafların tekrar evlenmelerinde bir sınır olmadığından üç defadan daha fazla boşanmış kişiler müracaat etmeleri halin¬de Müftü veya müftülük görevlisi, ilgili kanun ve yönetmelik gereği bu kişilerin nikâhını kıymak zorundadır. Ancak kıydığı bu nikâh her ne kadar Medeni Kanun açısından uygun ve geçerli olsa da İslam hukuku açısından haram ve geçersiz ol¬duğundan bir günahın işlenmesine onay vermiş olacaktır. Bu da dini bir kurum mensubu olan manevi rehber için doğru bir durum olmayacaktır.
O halde, tarafların bir günaha düşmelerine engel olma, müftülük personelini böyle bir günaha onay makamı yapmama ve evlilik müessesini oyuncak haline çe¬virmeme adına Medeni Kanun bu hususta İslam hukukuna uygun bir şekilde dü-zenlemelidir. Bu mümkün değilse üç defa boşanmış çiftlerin -kadın başka biriyle evlenmemişse- nikâhını kıymak müftülüklerin yetki alanından çıkarılmalıdır.
E- Evlatlıkla Evlenememe Problemi
İslam dini, kimsesiz çocukların bakım ve himayesini tavsiye etmektedir. An¬cak evlatlığı öz evlat olarak kabul etmemektedir. Hukuki bir takım neticeler doğuran evlatlık müessesesini de onaylamamaktadır. Çünkü evlatlık alan kişi, evlat aldığı çocuk öz evladı olmadığı için bir mahremiyet doğmaz, hali ile evlatlık olan kişi buluğa erdikten sonra; kız ise evlatlık alan babası ile erkek ise evlatlık alan annesi ile arasında haramlık söz konusudur.
îslam hukuku açısından, evlatlıkla evlat alan kişi arasında geçici ya da de¬vamlı anlamında evlenme engeli yoktur. Aynı şekilde evlatlığın boşadığı kadınla evlenmek de caizdir. Nitekim Hz. Peygamber, evlatlığı Zeyd b. Harise nin boşadığı Zeynep bint Cahş ile evlenmiştir.
İslam hukukunun evlat edinmeyle ve edinilen evlatla evlenmek hususu bu şekildedir. Ancak mevcut Türk Medeni Hukukumuzda evlatlık müessesesi be¬nimsenmiştir. Medeni hukukumuza göre, evlatlık alman kişi o ailenin bir ferdi sayılarak ailenin soyadını almakta ve aynı zamanda aileye mirasçı olmaktadır. Medeni kanunumuz evlatlığı öz evlat gibi kabul ettiğinden evlatlığı evlilik yasağı¬nın kapsamına alarak, evlat edinen ile evlatlığın veya bunlardan biri ile diğerinin altsoyu ve eşi arasında evlenmeyi yasaklamıştır.’
Müftülüklere resmi nikâh kıyma yetkisi tanıyan kanun da Medeni Kanunu esas aldığından evlatlıkla evlenmeyi yasak kapsamına almıştır. Bundan mütevel¬lit, İslam hukuku açısından caiz olan evlatlıkla evlenme hususu medeni kanun açısından yasak olduğundan taraflar başvuru yapmaları halinde müftülük görev¬lisi bu nikâhı kıyamayacaktır. Böyle bir durum tarafların evliliğine engel teşkil edecektir. Bu da evlenmek isteyen kişileri resmi güvencesi olmayan imam nikâhı kıydırma gibi başka çareler aramaya itecektir. Örfen hoş görülmese de dine uygun olan bir hususta tarafları meşru ya da gayr-ı meşru başka çareler aramaya terk etmek doğru değildir. Onun için bu hususta da İslam hukukuna uygun gerekli düzenlemelerin yapılması gerekir.
Müftülük görevlileri, mevcut medeni kanunun şartlarına göre resmi nikâh kıydığında İslam hukuku açısından yukarıdaki problemler ortaya çıkacaktır. Bu şartlarda kıydıkları nikâh da bütün mezhepler ve İslam hukukçuları açısından ge¬çersiz ve haramdır.
Bununla birlikte müftülük görevlileri, mevcut medeni kanunun şartlarına göre resmi nikâh kıydığında bazı durumlarda evliliğin geçersizliği konusunda İs¬lam hukukçuları arasında bir ittifak olmasa da bazı mezhepler açısından bir prob¬lem söz konusudur.
Bazı İslam hukukçuları açısından problem olan konular da şunlardır:
Kadının velisi olmadan kendini evlendirmesi (Maliki, Şafiî, Hanbeli ),
Şahitlerin erkek olmayışı (Maliki, , Şafiî, Hanbeli ),
Kefâet, yani evlenecek kişilerin dini, İktisadî ve sosyal bakımlardan birbirleri¬ne denk olmaması (Hanefi ).
Nikâh dinî ve uhrevi bir içerik taşımaktadır. Böyle olduğu içindir ki, fıkıh geleneğimizde, nikâh ve aileyle ilgili hükümler, nikâhın medenî bir sözleşme ol¬ması yanında ibadet anlamı da içerdiği fikri üzerine bina edilmiştir. Buna binaen Müslümanlar, nikâh akdini öteden beri dinî yönünü de dikkate alarak icra ede gelmişlerdir. Ülkemizde yakın zamanda yapılan il ve ilçe müftülüklerine nikâh kıyma yetkisinin verilmesi, halkımızın bu yöndeki hassasiyetlerinin dikkate alın¬mış olması açısından önemli bir gelişme olmuştur.
Bununla birlikte nikâh akdinin geçerliliğinde dinî bakımdan bazı özel şart¬ların bulunması, yukarıdaki hususların müftülüklerde kıyılacak olan nikâhlarda mutlaka göz önünde bulundurulması gerekli kılmaktadır. Bunun için müftülük¬lere tanınan resmi nikâh kıyma yetkisinde İslam hukukuna uyacak bir takım dü¬zenlemelerin yapılması gereklidir.
Ülkemizde, çoğunluk Hanefi olmakla birlikte Şafiî gibi farklı mezheplere mensup vatandaşlarımızın olması hasebiyle yapılacak kanuni düzenlemeler için de Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesi ilham ve örnek alınabilir. Zira kararname, ağırlıklı olarak Hanefi Mezhebine göre düzenlenmiş olsa da dört mezhebin aile hukukuna ilişkin kaidelerini bir araya toplayan bir kanunlaştırma hareketidir. Böyle bir düzenleme mümkün değilse dileyen kişiye mezhebinin nikâh şartlarına göre nikâh kıyma hakkı tanınabilir.
Bu da mümkün değilse, o zaman müftülük görevlisine İslam hukuku açısın¬dan evlenme engeli olanlarm nikâhmı kıymama hakkı verilmelidir ya da İslam hukukuna şartları uymayanların nikâhını müftülük görevlisinin kıyma zorunlu¬luğu olmamalıdır.
SONUÇ
Ülkemizde yakın zamana kadar nikâh, belediye memurunun medeni huku¬ka göre kıydığı resmi nikâh ile kayıt altına alınmaktaydı. Ancak vatandaşlarımız nikâhın dini yönüne binaen bir de imam nikâhı yaptırmaktaydı. Fakat bu da bir ikileme sebep olmaktaydı. Çıkarılan kanun ile müftülüklere de resmi nikâh kıyma yetkisi verilmesi bu ikilemi ortadan kaldırma adına yerinde bir karar ve İslam’ın ruhuna da daha uygun olmuştur.
Bununla birlikte Medeni hukukunun şartlarına göre Müftülüklere tanınan resmi nikâh kıyma yetkisi İslam hukuku açısından fıkhı problemler ortaya çıkar¬maktadır. Çünkü her iki hukuk, nikâh akdi için farklı şartlar ileri sürmektedir.
Nikâh akdi ile ilgili iki hukuk arasındaki şartların farklılığından kaynaklanan bazı fıkhî problemler bütün İslam hukukçularına göre kıyılan resmi nikâhı geçer¬siz kılmaktadır. Bazı şartlar da bütün İslam hukukçularına göre olmasa da bazı¬larına göre geçersiz kılmaktadır. Bu da müftülüklere verilen resmi nikâh kıyma yetkisinin amacına uygun düşmemektedir.
Müftülüklere verilen resmi nikâh kıyma yetkisinin amacına ulaşması, resmi ve imam nikâhı ikilemini ortadan kaldırması ve İslam hukuku ile çelişmemesi için medeni kanunun nikâh şartları veya müftülüklere verilen yetkinin şartları bu problemler göz önünde bulundurularak tekrar düzenlenmesi gerekir.
Kanuni düzenlemeler için de Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesi ilham ve örnek alınabilir. Böyle bir düzenleme mümkün değilse, evlenecek kişilerin mez¬heplerinin nikâh şartlarına göre nikâh kıyma hakkı tanınabilir. Bu manada bir düzenleme yapılamaması halinde müftülük görevlisi İslam hukukunun şartlarına uymayan nikâhı kıyma zorunluluğundan muaf tutulmalıdır.
Kaynakça
Abdulhamid, Muhammed Muhyiddin, el-Ahvaluş-şahsiyye, Beyrut 1984.
Acar, Halil İbrahim, "İddet”, DİA, XXI, 466-471, İstanbul 2000.
Aslan, Mehmet Selim, İslâm Aile Hukuku, Bursa 2015.
Atar, Fahrettin, “Nikâh”, DİA, XXXIII, 112-117, İstanbul 2007.
, “Muharremât”, DİA, XXXI, 6-8 İstanbul 2006.
Aydın, Mehmet Âkif, “Aile” DİA, II, 196-200, İstanbul 1989.
, “Evlât Edinme”, DİA, XI, 527-529, İstanbul 1995.
, İslâm ve Osmanlı Hukuku Araştırmaları, Osmanlı Hukukunda Nikah Akitleri, İstanbul
1996.
Bilmen, Ömer Nasuhi (Ö.1971), Iiukuk-ı İslâtniyye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1968, I-VIII.
Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail (Ö.256/869), el-Câmi’u’s-sahîh, İstanbul 1315, I-VIII.
Buhûtî, Yûnus b. Îdrîs (Ö.1051/1641), Keşşâfü’l-Kına 'alâ Metml-iknâ, Beyrut 1982,1-VI.
Cin, Halil, îslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Ankara 1974.
Çeker, Orhan, “Halvet”, DİA, XV, 384-386, İstanbul 1997.
, Osmanlı Hukûk-ı Âile Kararnamesi, Konya 2017.
Dağcı, Şamil, İslâm Aile Hukukunda Evlenme Engelleri I (Geçici Evlenme Engelleri), Ankara Üni¬versitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt, XXXXI, s. 1, ss. 137-194, Ankara 2000.
, İslâm Aile Hukukunda Evlenme Engelleri I (Sürekli Evlenme Engelleri), Ankara Üniver¬sitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt, XXXIX, s.l ss. 175-237, Ankara 1999.
Dalgın, Nihat, Gündemdeki Tartışmalı Dînî Konular, İstanbul 2007.
Derdir, Ebü’l-Berekât Ahmed (ö. 1201/1786), Akrebul-Mesâlik li-Mezhebi’l- İmami’l-Malik, Kano/ Nijerya 2000.
Desûkî, Muhammed b. Ahmed (Ö.1230/1815), Hâşiyetiid-Desûkî alâ Şerhi’l-Kebîr, Beyrut, ts. I- IV.
Ekinci, Ekrem Buğra, Osmanlı Hukukunda İzinname ile Nikâh, Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları, sy. 2 (2006), (Güz), ss. 41-60.
el-Fetâva’l-Hindiyye, Beyrut 1991,1-VI.
Erinç, Muhammed, Dini Nikâh- Resmi Nikâh Karşılaştırması ve Müftülere Nikâh Görevinin Veril¬mesi, ÎHAD, sy. 30 (2018), ss. 299-336.
Halîl b. Ahmed (Ö.175/791), Kitâbul- Ayn, Beyrut 2003,1-IV.
İbn Âbidin, Muhammed Emin Alauddin (Ö.1252/1836), Reddul-muhtâr aled-Dürri'l-muhtâr, Bey¬rut 2003,1-XIV.
İbn Kudâme, Ebû Muhammed Abdullah b. Ahmed (ö. 620/1223), el-Kâfi fı fıkhi'l-İmâmi’l-mübeccel Âhmed b. Hânbel, Beyrut 1982,1-IV.
İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezid b. el-Kazvînî (Ö.273/887), es-Sünen (nşr. M. Fuad Abdulbâkî), Kahire 1952,1-II.
İbn Manzûr, Ebul-Fadl Muhammed b. Mukerrem (Ö.711/1311), Lisânul-'Arab, Beyrut, ts, I-XV.
İbn Rüşd, Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Kurtubî (Ö.595/1198), Bidayetul-müctehid ve nihayetul-muktesid, Beyrut 2007.
İbnü’l- Hümâm, Kemâlüddîn Muhammed b. Abdilvâhid (Ö.861/1457), Fethu’l- Kadîr, Beyrut 2003, I-X.
Kahveci, Nuri, İslâm Aile Hukuku, İstanbul 2017.
Karaman, Hayreddin, Mukayeseli îslam Hukuku, İstanbul 2003,1-III.
Kâsânî, Aluüddin Ebû Bekir b. Mes'ûd el-Hanefı (Ö.587/1191), Bedâi’u’s-sanâi’ fı
tertîbi'ş-şerâ’ı, Beyrut 2003,1-X.
Koç, Mehmet, Osmanlı Hukukunda Tazîr Suç ve Cezaları, Konya 2017.
Komisyon, İlmihal, TDV, Ankara 2010,1-II.
Koksal, İsmail, “Uygulamadaki Resmî ve Dinî Nikâhların Fıkhî Yönü, Bilimname, sy. XVI, 2009, ss. 25-41.
Köse, Saffet, Ailede Meşruiyet Temeli Olarak Nikâh, Küreselleşen Dünyada Aile, (2009 Yılı Kutlu Doğum Sempozyumu Tebliğ ve Müzakereleri), TDV Yayınları, Ankara 2009, ss. 124-174.
, Toplumsal Meşruiyet Açısından Nikâhta Aleniyet Ve Türkiye’de İmam Nikâhı Uygulaması,
(Dinlerde Nikâh Sempozyumu), İstanbul 2012, ss. 471-501.
Mevsılî, Abdullah b. Muhmûd b. Mevdûd (Ö.683/1284), el-lhtiyâr li- talîli’l-Muhtâr, Beyrut 1998, I-V.
Müslim, Ebu 1-Hüseyn el-Kuşeyrî (Ö.261/874), el-Câmi’u’s-sahîh (nşr. M. Fuad Abdulbaki), Beyrut
1966.1- IV.
Paçacı, İbrahim, Sosyal Hayattaki Değişim Sürecinde İslâm Aile Hukuku (Evlenme ve Boşanma Örneği), ÎHAD, sy. 11 (2008), ss. 59-92.
Sahnûn b. Abdisselam b. Sa‘îd (Ö.240/854), el-Müdevvennetü’l-kübrâ, Kahire 2005,1-VI.
Savaş, Abdurrahman, İslam Hukuku Ve Türk Medeni Hukukunda Evlenmenin Hükümsüzlüğü ve Hukuki Sonuçları, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Marmara Üniversitesi 2006.
, “ Evlenmenin Yokluğu”, SÜHFD, VIII/12, Konya 2000, ss. 121-140.
Serahsî, Şemsü’l-Eimme Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed (Ö.483/1090), d-Mebsût, Beyrut 2001, I-XXX.
Şîrâzî, Ebu İshâk İbrahim b. Ali el- Fîrûzâbâdî (Ö.476/1083), et-Tenbihfi Fur’u Fıkhi’ş-Şafiî, Beyrut 1996.
Şirbînî, Şemsüddin el-Hatib Muhammed b. Ahmed el-Kahiri (Ö.977/1570J, Muğnî’l-muhtâc, Kahire
2006.1- VI.
Yaman, Ahmet, İslam Aile Hukuku, Konya 2002.
Zühaylî, Vehbe (ö. 2015), el-Fıkhu’l-îslâmî ve edilletühü, Dimaşk 2004,1-XI.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/muftulere-nikah-kiyma-yetkisi-resmi-gazetede-yayinlan- di-40665254. (Erişim: 22.01.2108)
87 Bakara, 2/221.

Yorum Yazın