Yaşadığımız hafta polis haftası olması dolayısıyla birey, aile ve toplum hayatında güven duygusunun konuşulmaya ihtiyacı olduğunu düşündüm. Elçisi emin, Peygamberi emin, beledi emin olan bir ümmet olarak ümmet-i emin olmaktan neden uzağız? Sorusunu irdelemeye çalışmak her müminin görevi olduğu kanaatineyim.
Bir isim düşünün ki toplumsal değerlerin yok edildiği bir yerde, kendine yaşama hakkı tanımayacak kadar düşman olanları dahi itimad edecek, varlığına son vermek için türlü türlü hilelere başvuran kişiler dahi hiç tereddüt etmeden emanetlerini yanına bırakacak, ismi anılınca yüreklerde huzur meydana gelecek, düşmanını esir aldığında dahi düşmanı kendisinden iyilik beklleyecek, kendisini almaya gelen anne babasına karşı ona köle olmayı tercih ettirecek yüce, cömert ve bütün varlığa açılabilen bir gönül sahibi…..
Güvenilirliği kitaplara sığmayacak kadar geniş olan Hz Peygamberin hayatından bazı kesitleri sunmak konumuza örnek olacaktır.
1. İlk önce Hz Âdem zamanında yapılıp daha sonra Hz. İbrahim (a.s.) ve Hz. İsmail (a.s.) tarafından temeller üzerine inşa edilen Kâbe, geçen zaman içinde yağmur ve sel suları ile harap olmuş, yeniden yapılması gerekmişti. Mekkeliler, Kâbe duvarlarının yeniden yapılması kararını vererek, işe koyuldular. Kâbe’nin duvarları Hacerü’l Esved’in konulacağı yere kadar yükseltilmişti. Ancak bu mübarek taşı yerine koymada kabileler arasında anlaşmazlık çıktı. Her kabile, taşı yerine koyma şerefinin kendisine ait olmasını istiyordu.
Sonunda Kâbe’nin avlusuna gelen ilk kişiyi aralarında hakem tayin etmeye karar verdiler. İlk gelen henüz otuz beş yaşlarında olan sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) olunca orada bulunanlar buna çok sevindiler, “Onun hakemliğine hepimiz razıyız. O Muhammedü’l Emin’dir.” dediler. Durum, Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) anlatılınca, Peygamberimiz (s.a.v.) yere bir örtü serdi, Hacerü’l Esved’i o örtünün üzerine koydu. Örtünün uçlarını kabile başkanlarına tutturdu ve taşı konulacağı yere kadar hep birlikte taşıdılar. Peygamberimiz de (s.a.v.) mübarek elleriyle taşı yerine koydu. Bu çözüm orada bulunan herkesi son derece memnun etti. Bu olay hadis ve siyer kitaplarında Kabe hakemliği diye geçer.
2. Dâvete en yakınlarından başlaması emredilen Efendimiz’e (s.a.v.), bir gün Safâ Tepesi’ne çıkarak Kureyş kabîlesine seslendi. Onlar da bu çağrıya icâbet ederek Safâ Tepesi’ne geldiler. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, yüksek bir kayanın üzerinden onlara şöyle hitâb etti:
“–Ey Kureyş cemâati! Ben size, şu dağın eteğinde veya şu vadide düşman atlıları var; hemen size saldıracak, mallarınızı gasbedecek desem, bana inanır mısınız?”
Onlar da hiç düşünmeden:
“–Evet inanırız! Çünkü şimdiye kadar Sen’i hep doğru olarak bulduk. Sen’in yalan söylediğini hiç işitmedik!” dediler.
Oraya gelmiş bulunan herkesten bilâ-istisnâ bu tasdîki alan Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, onlara şu ilâhî hakikati bildirdi:
“O hâlde ben şimdi size, önünüzde şiddetli bir azap günü bulunduğunu, Allah’a inanmayanların o çetin azaba uğrayacaklarını haber veriyorum. Ben sizi o çetin azaptan sakındırmak için gönderildim. Ey Kureyşliler! Size karşı benim hâlim, düşmanı gören ve ailesine zarar vereceğinden korkarak hemen haber vermeye koşan bir adamın hâli gibidir. Ey Kureyş cemaati! Siz uykuya dalar gibi öleceksiniz. Uykudan uyanır gibi de dirileceksiniz. Kabirden kalkıp Allah’ın huzuruna varmanız, dünyadaki her hareketinizin hesabını vermeniz muhakkaktır. Neticede hayır ve ibadetlerinizin mükâfatını, kötü işlerinizin de ceza ve şiddetli azabını göreceksiniz! Mükâfat ebedî bir cennet; mücazat da daimi bir cehennemdir.”
3. Mekkeli müşrikler, Müslümanlara karşı şiddet ve zulümlerini gittikçe artırmışlar, hatta Peygamberimizi öldürme planları yapmaya başlamışlardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Medine’ye hicret etmeye karar vermiştir. Kendisini öldürmeye gelen müşrikleri oyalamak ve evinde olduğu izlenimi vermek amacıyla kendi yatağına Hz. Ali’nin (r.a.) yatmasını istemiş, üzerinde bulunan emanetleri de sahiplerine ulaştırması için ona bırakmıştır. Hz. Ali (r.a.) de büyük bir cesaret örneği gösterip canı pahasına gece boyunca Hz. Peygamberin yatağında yatmış, müşrikleri, onun evde olduğuna inandırmayı başarmıştır. Emanetleri sahiplerine ulaştırdıktan sonra yine Hz. Peygamberin isteği doğrultusunda Mekke’den ayrılmış ve Kuba denilen yerde ona yetişmiştir.
Daha nice örnekleri sayabiliriz. İşte böyle bir peygamberin ümmeti olarak bizler de ailesi, komşusu, arkadaşı, devleti ve milleti kendisine güvenen bir toplum oluşturmak için örnek peygambere layık örnek bir ümmet olmak dileğiyle……
Bünyamin GÖLCÜ
MALAZGİRT MÜFTÜSÜ
Yorum Yazın